Article

Makale

Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde Tevhîdin Yansımaları

The Reverberations of Divine Unity in the Mathnawī of Rūmī

Aavani Gholamreza
Year 2024, Issue 2, Pages:3-23

Maulānā Jalāl al-Dīn Balkhī (d. 1273), commonly known as Rūmī, is widely regarded as one of the foremost
expositors of Sufi thought throughout Islamic history. One of the most central concepts that encapsulates
the essence of Rūmī’s message in his magnum opus Mathnawī is tawḥīd, or Divine unity. In this article, I
argue that for Rūmī, the realization of tawḥīd—the oneness of God—is achieved through an experiential
form of knowledge attained in the annihilation of the carnal self in God ( fanā). I further maintain that this
knowledge is not discursive or conceptual but rather a direct and realized understanding, accessible solely
through the path of love and the guidance of a spiritual master. I will begin by demonstrating that the triad
of the Truth (ḥaqīqah), the spiritual path (ṭarīqah), and Divine law (sharī‘ah) are intricately interconnected,
each reflecting a distinct aspect of the unified reality of Divine oneness. This foundation paves the way for
discussing a crucial prerequisite for understanding tawḥīd in Rūmī’s thought: purification. According to
Rūmī, purification is an essential step in the path of wayfaring, enabling the self to break free from vices
and worldly attachments, thus becoming a vessel for Divine Light. However, this purification process
ultimately culminates in the annihilation of the self, as the carnal ego represents the greatest obstacle and
the root of all attachments.

Batı’da daha ziyade “Rûmî” nisbesiyle bilinen Mevlânâ Celâleddin Belhî (ö. 1273), İslam tarihi boyunca
tasavvuf düşüncesinin en önde gelen düşünürlerinden biri olarak kabul edilir. Mevlânâ’nın büyük eseri
Mesnevî’deki mesajının özünü oluşturan merkezi kavramlardan biri tevhit ya da ilâhî birliktir. Bu makalede,
Rûmî için tevhidin -Tanrı’nın birliğinin- gerçekleşmesinin, nefsin Tanrı’da ifnâ bulmasıyla (fenâ)
elde edilen tecrübeye dayalı bir bilgi biçimiyle sağlandığını öne süreceğim. Ayrıca bu bilginin, dolaylı
veya kavramasal değil, yalnızca mânevî bir mürşidin rehberliğinde aşk aracılığıyla erişilebilen doğrudan
ve tahakkuka dayalı bir bilgi olduğunu savunacağım. Hakikat, mânevî yol (tarîkat) ve ilahi nizam (şeriat)
üçlüsünün karmaşık bir şekilde birbirine bağlı olduğunu ve her birinin ilâhî birliğin hakikatinin farklı bir
yönünü yansıttığını göstererek başlayacağım. Bu temel bize, Rûmî’nin düşüncesinde tevhidi anlamanın
önemli bir ön koşulunu tartışmanın yolunu açar: Tezkiye-i nefs. Rûmî’ye göre tezkiye, nefsin kötü alışkanlıklardan
ve dünyevi bağlardan kurtulmasını ve böylece ilâhî nûr için bir kap haline gelmesini sağlayan,
seyr u sülûk yolunda önemli bir adımdır. Bununla birlikte, bu arınma süreci nihayetinde nefsin ifna olmasıyla
sonuçlanır; çünkü nefs-i emmâre en büyük engeli ve tüm dünyevi bağların kökenini temsil eder. Bu
noktadan sonra, şehâdet beyanı (lâ ilâhe illallâh) ile tevhid anlayışı arasındaki ilişkiyi inceleyecek ve bu
bilginin kelâmcıların dolaylı akıl yürütmelerini aştığını savunacağım. Daha sonra, tüm yaratılışın ilâhî
isim ve sıfatların bir tezahürü olarak algılandığı bu birlik idrakinin sonucunu inceleyeceğim. Son olarak,
Rûmî’nin tevhit tasavvurunun altında yatan metafizik ilkelere dönerek, onun ilâhî birlik anlayışına dair
daha derin bir perspektif sunacağım.